Bu defa ben de ağladım!..
Geçen hafta cumartesi gecesi lafa dalınca çok geç yattık.. Pazar sabahı uyandığımda telefonumda iki mesaj.. Dokundum tuşa.. Serpil.. Ağlamaktan konuşamıyor.. Her Anneler Günü sabahı benim yazımı okur ve ağlar.. İkinci mesaj da ondan.. "Ağlamam bitti.. Bak artık konuşuyorum" diyor.. Konuşmuş.. "Her Anneler Günü'nde beni ağlatırsın. Bu defa niye ağladığımı da yazmışsın!."
"Sen benim yazıma değil, Suat Uluç'a ağlıyorsun" demiştim..
İzmir dönüşü önümde koca bir dosya.. Anneler Günü yazıma gelen e-mailleri derlemiş Yasemin.. 15 yıldan beri her Anneler Günü'nde tekrarlana tekrarlana artık ezberlenen yazıya bunca e-mail.. Başladım okumaya gecenin bir yarısı.. Ve bu defa başladım ben ağlamaya.. Ne güzel şeyler yazmışsınız öyle.. Duygular böyle mi paylaşılır?.. Anneler böyle mi anlatılır..
İçlerinden birini seçtim, tüm okurlarımı temsil etmesi için..
Güzin Özyar Kutlu yazıp yollamış.. Teşekkürlerimle sunuyorum.
Anneler Günü'nde yazdığınız yazıyı okuyunca ne kadar ağladım bilemezsiniz. Çünkü benim kaderim de sizinkine paraleldi. Tek fark ben küçük çocuktum; annem 30 yaşındaydı...
Ben 9, kız kardeşim 5 yaşındayken annem kanser oldu ve 3 sene sonra öldü. Ölmeden önce hep "Allahım bana kızlarımın mürüvvetini göster" diye dua ederdi.
Ben Amerikan Kız Koleji'ni kazandım (ki o moralle kazanmam mümkün değil, annemin duaları ile kazandım); kız kardeşim de ilkokul bire başladı. Haziran ayında kardeşim "Hepsi pekiyi" bir karne, ben de teşekkür belgesi getirdim; onun duaları ile tabii ki... Annem bir ay sonra, temmuzda öldü...
Ölmeden önce, "Merak etmeyin, ben hep sizin yanınızda olacağım" derdi...
Annemin ölümünden sonra bir güvercin her gün gelip pencereden bizi izlemeye başladı... Bu aylarca, yıllarca sürdü...
Biz de onun annemin ruhunu taşıdığı düşüncesiyle, dört elle hayata sarıldık. Anneme ve babama söz verdiğimiz gibi, her sene takdir teşekkürlerle geçtik; ben mimar oldum. Kardeşim doktor... Hem de çektiğimiz onca sıkıntıya rağmen... Hem de hiç kimseden yardım almadan; kimseye bir kez olsun şikâyet etmeden, aman demeden...
Asla "Zavallı yetim" durumuna düşmeden büyüdük...
Tüm ev işini ikimiz yapardık. O zamanlar bulaşık makinesi, otomatik çamaşır makinesi, elektrik süpürgesi yoktu, ya da vardı da bizde yoktu. Yıl 1968. Akşamlara kadar ev işi yapar; ertesi sabah 5'te kalkar ders çalışırdık.
Tabii ki önce Allah'ın, sonra annemin ruhu ve de büyük bir özveri ile bize hayatını adayan babam sayesinde.
Yoksa o iki küçük beden o yükün altından nasıl kalkardı?
Yazınızdaki bir cümle çok anlamlı: "Abarttım mı? Yapmayın.. Sizinki de öyle değil mi?" diyorsunuz...
Evet, aynen bizimki de öyleydi... Dünyanın en güzel, en muhteşem annesi... Gerçi onun bedeniyle çok az birlikte olduk, ama ruhu hâlâ bizimle...